22 Temmuz 2011 Cuma

Urfada Sıra Gecesi

Balıklıgöl' de son tur ve fotoğraflar bitince, hemen kafileyle beraber otobüse binip yaklaşık 5 dakika seyahatten sonra, eski Urfa sokakları olduğunu tahmin ettiğim, dapdaracık aralardan geçerek, sıra gecesi yapılacak olan Yıldız Sarayı' na varıyoruz. Bu arada dolmuşta yüzümün kıpppkırmızı olduğunu söyleyenlerin sayısı artınca, havanın ne kadar sıcak ve bu sıcakta kaleye çıkmanın pek de mantıklı bir fikir olmadığını anlıyorum:):):)

OffOfffOfff ...Yıldız Sarayı(Yıldız Konuk Evi), taş mimari tarzında yapıldığından, gözlerimizi kamaştıracak kadar güzel. Avlusuna açılan birsürü oda var. Bunlardan biri de bizler için sıra gecesi düzenlenen oda...

Yerde sedirler, bizler için kurulmuş güzel sofralar. Türkü söyleyecek bir saz... Daha ne olsun. Urfa' ya özgü yemeklerin sergilendiği,canlı canlı yapılan çiğ köfte, türkülerin en güzel şekilde çalınıp söylendiği bu güzel mekanda geçen vakit, unutulmayacak kadar güzel anlara imza atıyor....


Şimdi yolculuk Urfa Havalimanı, çünkü uçağımızın kalkmasına az bir vakit kaldı.
Urfa gezimiz sırasında bizlere eşlik eden Ferhat' a, Yıldız Konuk Evi' nde bizi en güzel şekilde ağarlayanlara sonsuz teşekkürler....Sağ salim, sıkıntısız, hastalıksız bir gezi nasip eden Allah(C.C)'a sonsuz hamd ederek, gidip gördüğüm yerlerin tadı damağımda kalarak, kafamdaki doğu betimlemesini tamamen değiştirerek, içim oralardan uzaklaştığım için buruk , eve geldiğim, aileme kavuştuğum için sonsuz şükür ve hamd ile dolu şekilde evime varıyoum....

Tanıştığım tüm gönül dostlarına sonsuz sevgiler....

21 Temmuz 2011 Perşembe

Urfa

Urfa'ya geldiğimizde buranın Ankara' dan görünüşte bir farkı yok diyorum neredeyse:) Gayet büyük ve gelişmiş bir şehir. Zamanın akşama yaklaşmasından dolayı hemencecik otelimize gidiyoruz ve Muhteşem El Ruha Oteli'ne yerleşiyoruz. Otelimiz 5 yıldızlı ve taş mimarisi sebebiyle muhteşem bir görünümde, ayrıca Balıklıgöl'e 5 dakika yürüme mesafesinde.

Balıklıgöl, etrafı yemyeşil bir alanla (parkla) çevrili çok güzel bir yer. Bu parkın içindeki Göl Restoran'da güzel bir akşam yemeği bekliyor bizleri. Urfa kebap ve meze yiyoruz oturduğumuz otantik sedirlerin üzerinde...

Nargile içmek ve Balıklıgöl kenarında turlamak arasından bir tercih yaparak, hemen soluğu Balıklıgöl'de alıyoruz. Orayı akşam görmek de nasip oldu hamdolsun :) Muhteşem ışıklandırma insanı mest ediyor. Geziyoruz, Hz. İbrahim(a.s)'ın ateşe atıldığında düştüğü makamı görüyoruz, hem Balıklıgöl hem de park inanılmaz kalabalık hem de gece 11 lere kadar. İnsan, demek urfada bayanlar bu saatte dışarda aileleriyle olabiliyormuş diyor ve şaşırıyor.

Sabah oluyor ve açık büfe kahvaltının ardından, programda olmamasına rağmen düşük bir ücret karşılığı Atatürk Barajı'na gidiyoruz ama kapıda yarım saate yakın izin prosedürü için bekliyoruz. Neyse ki o kadar yol gelmişken, güzel insanlar bize yardımcı oluyor, gerekli yerlerden izinler alınıyor ve barajdayız.... Muhteşem bir baraj, büyüklüğü insanın başını döndürüyor. Birkaç fotoğrafın ardından oradan da ayrılıyoruz.



Burada benim için en güzel anı, Urfalı küçük rehberimiz Ferhat'ın başıma, Mardin'den aldığım pembe puşiyi bağlaması, "güzele ne yakışmaz" diyerek Ferhat'ın, "ne güzel oldu maşallah" diyerek de otobüstekilerin beni onure etmesi :)

Buradan ayrılarak Hz. Eyyub(a.s)'un sabır makamının olduğu yeri ve iyileşmesi için Allah(C.C) tarafından lütfedilen şifalı suyun çıktığı kuyuyu ziyaret ediyoruz.  Şifalı sudan içiyoruz.



İşte öğle vakti de geldi hemececik...Hemen otobüsümüzle Balıklıgöl'e geliyoruz yeniden, Hz. İbrahim(a.s) makamını ziyaret ediyoruz. Burada Hz. İbrahim(a.s)'in doğduğu ve 7 yıl kaldığı mağarayı görüyoruz.

Nemrut tarafından geleceğini tehdit edecek, yeni doğan tüm erkek çocuklarının öldürtülmesi talebi karşısında, Hz. İbrahimin annesi çaresizlikle yavrusunu bir mağarada doğurur ve burada bırakıp arasıra gelip ziyaret eder. Bu esnada Allah(C.C) tarafından bir ceylan Hz. İbrahime bakmak üzere görevlendirilir. Ceylanın 3 memesinden birinden bal, diğerinden süt diğerinden de su akar ve bu şekilde Hz. İbrahim(a.s), 7 yıl sonra büyümüş olarak (14 yaşlarındaki bir çocuk gibi) mağaradan çıkar.

Babası put ustası olan Hz. İbrahim(a.s), annesine Rabbinin kim olduğunu sorunca, annesi senin Rabbin benim der, Hz. İbrahim peki senin Rabbin kim deyince, annesi benim Rabbim baban, onun da Rabbi Nemrut der. Peki onun Rabbi kim deyince annesi cevap vermez. Bu şekilde arayışa giren Hz. İbrahim, ayı, yıldızları, güneşin O' nun Rabbi olup olmadığını sorgular ve hepsinin sonunda kaybolduğunu anlayınca, kaybolmayan ve tüm noksanlıklardan münezzeh olan bir Rab olduğunu keşfeder.

Birgün şehrin dışında Nemrut tarafından kurulan panayıra gelmek istememesi üzerine, putların bekçiliğini yapması istenir. Burada balta ile putları yıkar ve gücünün yetmediği bir putun omzuna elindeki baltayı asar. Nemrut bunları kimin yaptığını sorunca da, balta omzunda asılı olan yaptı der ama Nemrut o putun bunu yapmaktan aciz olduğunu söyleyince, Hz. İbrahim(a.s) öyleyse ona neden inandığını ve medet umduğunu sorar. Bu olaylar üzerine Nemrut, Hz. İbrahim(a.s)'in ateşe atılmasını emreder.

Hz. İbrahim(a.s), 40 gün 40 gece odunlar toplanarak yakılan ateşe, şuan kale olan yüksek bir yerden, mancınıkla fırlatılacaktır. Düzenek kurulur, Hz. İbrahim(a.s) in ateşe atılacağı sırada Hz. Cebrail(a.s) gelir ve bir dileği olup olmadığını sorar. Ancak O, akıllara durgunluk verecek, gönüllere ilaç olacak, bizlere örnek olacak şu güzel cevabı verir: Hasbunallahu ve ni'mel vekil (Allah ın dayanılacak, güvenilecek en güzel dost olduğunu ve zaten halinin O nun tarafından aşikar olduğunu ve bundan bir şikayet duymadığını bildirir)

Bunun karşılığında bir ayet iner: "Ey ateş, İbrahime karşı serin ve selametli ol". Hz. İbrahim(a.s)'in ateşe düştüğü yerde Balıklıgöl, Hz. İbrahim(a.s)'e inanan Zeliha'nın (Nemrutun kızı) düştüğü yerde ise Ayn Zeliha gölü bulunmaktadır. Aşağıdaki Ayn. Zeliha gölünden bir karedir...

Bu güzel ve ibretli kıssayı dinleyip, örnek almamak mümkün değil.

Urfa'da öğleyin, oldukça sıcak bir zamanda kaleye çıkıyoruz. Çıkış taş merdivenlerden ama iniş, Nemrut'un gizli tünelinden. Bugün beyin kanaması geçirmezsem , daha geçirmem heralde diye düşündüm mü bilmiyorum ama :):):) oldukça sıcak birgünde kaleye çıktığımız kesin.




Kaleden sonra apar topar Balıklıgöl'e bir daha gidiyorum ve yem alıp o güzel balıkları beslemeyi nasip eden Allah(C.C)' a şükrediyorum....
Şimdi sıra gezimizin en eğlenceli kısmında...:):):)

Viranşehir

Mardinden ayrılıp, Yeşilli, Ömerli, Kızıltepe gibi ilçeleri ve Cudi Dağlarını, içimizde hafif korku da duyarak, meraklı gözlerle arkamızda bıraktıktan sonra; Mardin'in o tozlu, taşlı yapısından Urfa'ya yaklaştıkça heryerin daha bir yeşil olduğunu şaşkınlık içinde farkediyor ve seviniyoruz:) (Böyle dediğime bakmayın, Mardin benim aşık olduğum şehirdir, bir şehri tozlu topraklı olmasına rağmen sevebileceğimi hiç tahmin etmesem de)

Viranşehirde Hz. Eyyub(A.S) makamındayız...

"Allah ım, bizleri de O sevgili Eyyub(A.S) gibi, sonsuz tevekkül ve teslimiyet sahibi eyle, O nun gibi Senden gelen herşeyden bizleri razı et"

Önce namazlarımızı kılıp, Makam-ı Eyyub a girdiğimizde, orada bulunan rehber tarafından, Hz. Eyyub (A.S)'ın gönülleri tefekkür iklimine davet edecek hayat hikayesi özetleniyor. Bu arada duvarlarda yazan yazılar dikkatimizi çekiyor.

"Malı mülkü dağ kadardı,
Evlat, sağlık onda vardı.
Varlığını sabra sardı
Eyüp Nebi sabrederdi.
Allah güzel kulum derdi."

Huşu duyarak girdiğimiz Eyyub(A.S)' ın makamında bizler için sandukanın açılmasına vesile olan rehberimiz Cihan BALCI'ya sonsuz teşekkürler. Kabirden gelen o mis kokuyu duyup, gönlü mutmain olanlar, şimdi de Hz. Elyesa Peygamber'(A.S) in makamındalar.

Elyesa Peygamber(A.S), yaşı ilerlemiş olmasına rağmen uzak diyarlardan, Hz. Eyyub(A.S)'un kabrini bulup ziyaret etmek amacıyla yollara düşer ve tam 7 yıl yolculuk yapar, Hz. Eyyub(A.S)'un kabrine yaklaşık 500 mt kala, şeytan insan kılığında karşısına çıkar ve "Ey ihtiyar nereden gelip nereye gidersin" diye sorunca, Elyesa Peygamber(A.S) de olanları anlatır. İblis onu yanıltarak "bir bu kadar daha yol yürümen lazım" deyince, Elyesa Peygamber(A.S) Allah(C.C) a yakarır ve takati olmadığı için burada emanetini almasını isteyerek, asasını yere saplar. Hz. Elyesa(A.S) oracıkta ruhunu teslim eder ve yere sapladığı asa, yeşerir koskoca bir ağaç olur.

Aradan yüzyıllar geçer ve burada imamlık yapan zatın (bugün 80 yaşlarında olduğu düşünülüyor) yanına bir gün bir yüzbaşı(veya üstdüzey bir asker) gelir, buraların hikayelerini dinlemek ister emekli imamdan. İmam anlatır ve sonunda yüzbaşı, askeri ve imam , o yeşil ağacın altına gölgelenmek amacıyla otururlar... Yüzbaşı başının kaldırıp baktığında, ağacın yapraklarında Allah (C.C) ın ve peygamberlerin isimlerinin olduğunu farkeder, derhal askerinden  o yaprakları alıp kendisine getirmesini ister. Bu şekilde bu hikmetli peygarmberin kabrinin türbe yapılması için faaliyet başlar ancak bir sorun vardır. Türbe yapılması için ağacın kesilmesi gerekir ancak başarılı olamazlar.

Vali bunu düşünüp, bir çözüm bulmak ister ve o gece, Allah(C.C)' ın hikmeti ile bir fırtına çıkar ve ağaç kırılır. Şuan türbe olan bu bölümde, türbenin içinde Peygamber kabri ile birlikte kuru bir ağaç da görmektesiniz(halen kökünün toprağa bağlı olduğu bilgisi verildi)

Buradan çıkıp az ilerdeki şifalı sudan içip, hemencecik Hz. Eyyub(A.S)' un halkı tarafından istenmediği için, eşi Rahime Hatun tarafından getirilip, yaslanması için yanına bırakıldığı, 3 ay boyunca Hz.Eyyub(A.S)'un yaslandığı, ama peygamberin sabrettiklerine dayanamayıp, çatlayan sabır taşının yanına geliyoruz. İnsan tefekkür ediyor, bir baş ağrısına dayanamayan bizler acaba tıbbi imkanların olmadığı (veya kısıtlı olduğu )zamanda  Hz. Eyyub(A.S)' a verilen imtihana ne kadar dayanabilirdik. Onlar elbet seçilmiş insanlar ama mutlaka yaşadıkları ve hayatları, hayatlarımıza örnek olmalı ve ışık tutmalı. (Rabbim cümlemize sabredenlerden olmayı nasip eder inşallah)

Sonrasında, eşine hertürlü güçlükte destek olan, yıllarca ona bakan,örnek alınası eş olan Rahime Hatunun da türbesini ziyaret ettikten sonra, Viranşehir'den ayrılıp Urfa'ya doğru ilerliyoruz.

Mardin

Mardindeyiz...

Önce şehrin, tabiri caizse gerdanlığından, bir fotoğraf aldıktan sonra(güneşli bir gündüz vakti olması münasebeti ile pek iyi çıkmamış olsa da tarihi dokuyu yansıtıyor), doğruca şehrin biraz dışındaki Deyrul Zafaran Manastırına doğru yol alıyoruz. Burası da tıpkı Midyattaki Mor Gabriel (Deyrul Umur) Manastırı gibi yaşayan bir Süryani manastırı(Sanıyorum yine Ortodoks).

Bu manastır Mor Gabriel Manastırı gibi ücretsiz değil, 3 Tl lik bir giriş ücreti var. Çok güzel taş merdivenli bir  yapıdan çıkılarak avluya, kilise bölümüne ve mezarlara ulaşılabiliyor. Burada avlunun etrafındaki odalarda,manastırda yaşayan ve görev yapan insanların kaldığı bilgisini alıyoruz. Ayrıca avluda bir de insanın doğumunu, yaşantısını ve ölümünü teslim eden yapı var. Kilise kısmında sandalyelere oturup biraz bilgi aldıktan sonra, avluya çıkıp fotoğraf çekiyoruz ve rehberden manastır hakkında bilgi alıyoruz. Burada bulunan zeytin ağaçları ilgimi çekiyor. Bizi gezdiren, manastır görevlisi Süryani gence soruyorum neden özellikle zeytin ağacı olduğunu ki onun da cevabı karşısında bunun Hz. Meryem'in hayatının gençlik dönemlerinde Filistin'de yaşamış olması ve Filistin'in de zeytinlikleriyle ünlü olmasına kısmen bağlı olduğunu öğreniyorum.


Fotoğraf çekiminin ardından manastırdan ayrılıp Kasımiye Medresesi'ne gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yolda Mardin'in leblebi ve badem şekerinin ünlü olduğunu duyup, almadan olmaz diyoruz.

Kasımiye Medresesindeyiz...Burası da mimarisi açısından daha ilk görüşte sizi hayran edecek güzellikte. Mezapotamya ayaklarınızın altında olacak şekilde yüksekçe bir yerde konumlanmış. Medreseye girerken, dışarda stand kurmuş küçük Mardinli çocuklar sizi karşılıyor. Ablaa lütfen bi şey alın nidalarıyla çınlıyor kulaklarınız. 

Burası; Cihangir Bey'in, oğlu Kasım için yaptırdığı bir Külliye imiş. Külliyeye girdiğinizde geniş bir avlu karşılıyor sizi.  Burada da tıpkı Deyrul Zafaran Manastırı'nda olduğu gibi, insan yaşamını simgeleyen bir yapı var ama manastırdakinden daha detaylı: doğum, yaşam, ölüm ve ahiret şeklinde (çok emin olmamakla beraber). En sondaki, ahiret hayatını temsil eden havuz ise, oldukça büyük bir havuz. Bir fark da, medresedeki havuzların manastırdakine nispetle suyla dolu oluşu. Çünkü medrese duvarından, kaynak suyu çıkıyor ve yıllardır hiç kesilmediği söyleniyor.

Kasım beyin medresede (oğlu veya babası olduğu konusunda ihtilaflı görüşler var diye hatırlıyorum) öldürülmesinin ardından, avluya fırlayan kızkardeşi, başındaki kırmızı yaşmakla üzerine vurarak ağıtlar yakar ve yaşmaktan fırlayan kan, suyun çıktığı oluklu kısmın duvarlarına sıçrar, halen bu kısımlarda, taşlar üzerinde kırmızı renkli izleri görmek mümkün....

Medresede en güzel yerlerden biri de, avlunun uçsuz bucaksız verimli topraklara bakan kısmında, kemerler arasında, demir büyük parmaklıklı pencere yapısı olması....Burada da bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmuyorum :)

Mardin merkezdeyiz, rehberimiz bizi belli bir zaman sonra buluşmak üzere, alışveriş ve gezmek amacı ile serbest bırakıyor. Bu arada Midyattan aldığım gümüş yetmediği için :) gümüş ve Mardinde ünlü olduğunu öğrendiğimiz lif ile bıttım sabunu almaya koyuluyoruz. Bu arada Şehir merkezi olmasına rağmen taş ve muhteşem yapıların varlığı gönlümüze ışık tutuyor. Her çeşitten insanın kardeşlik ve güven içinde yaşıyor olması, bize de daha bir güven veriyor mardin sokaklarında..... 

Rehberimiz ile buluşacağımız nokta konusunda, önümüzde oldukça uzun bir yol olduğunu  anlayıp, en son pes ederek dolmuşa binip, otobüsümüze ulaşıyoruz.:))) Geldiğimizde sıcaktan kıpkırmızı olmuş yüzlerimiz ve yorgun halimiz görülmeye değerdi::):):)

Midyat

Hasankeyfden sonra yolculuk Midyata...

İşte Midyat.. Hayalimdeki yerlerden biri. Burası yakında il olur dedirtecek kadar gelişmiş bir yer olduğuna kanaat getiriyoruz yanımdaki güzel yol arkadaşım ile. Midyatta güzel bir öğle yemeği yiyoruz. Yemekte, bir dakika bile aksamadan yapılan hizmet, acaba buranın insanının hürmetkarlığından mı dedirtiyor bizlere:)

Güzel yemekten sonra, Midyattaki Mor Gabriel Manastırı'nı(Deyrul Umur) ziyaret ediyoruz. Burası bir Süryani Ortodoks manastırı ve yaşayan bir manastır. Hayatında hiç kiliseye bile girmemiş bir insan için ne kadar merak uyandırıcı bir ziyaret olduğunu tahmin edersiniz. İnanılmaz güzel bir mimarisi var buranın (Mardin de kalkerli işlenebilir taş kullanılıyor) ve çook büyük bir manastır.

Burada bir Süryani genç bize rehberlik ediyor ve ondan (benim için ilk kez) Süryanilerin kimler olduğu ve inançları konusunda bilgi alıyoruz. Daha sonra manastırı geziyoruz, burada üst katlarda yaşayan rahibeler ve rahipler olduğu bilgisini alıyoruz.

Mezarları ziyaret ediyoruz, burdaki mezarlar bizimkilerden farklı, o manastırda yaşayıp hizmet eden üst düzey kişiler, oturur vaziyette mezar odalarına konuluyormuş,  Hz. İsa' nın ikinci kez yeryüzüne geleceği günde onu oturur vaziyette karşılamak için bu şekilde defnedildiklerini öğreniyoruz. Manastır adının da, buraya hizmet eden bir Rahibin (Mor yani Aziz Gabriel) isminden geldiğini söylüyorlar.

Duvarlarda ve bazı yerlerde Süryanice yazılar görüyoruz. Kiliselerde ise burada yaşayan rahip, papaz ve rahibeler tarafından haftada 3 gün ayin yapıldığını öğreniyoruz. Çekilen fotoğraflar ve alınan bazı diğer bilgilerden sonra manastırdan ayrılıp, Midyat merkeze gidiyoruz.

Midyat merkezde önce Sıla dizisinin çekildiği Devlet Konuk Evi'ne, taş sokaklar ve taş evler arasından yürüyerek varıyoruz. Bu arada etrafımızda sürekli bizden para isteyen çocuklar var(bu tür çocukların Hasankeyfte hiç olmayıp, midyatta aşırı derecede olmasını belki de Hasankeyfin daha turizme yatkın olmasına bağlıyorum).

Akşam güneş batmaya yakın bir zamanda gittiğimiz ve mimarisi ahhhh diye iç geçirtecek kadar güzel olan Devlet Konuk Evi'nden (şuan içi boş) Midyatı izlemeniz ve çok güzel fotoğraflar alabilmeniz mümkün. Eski Midyat da, yeni Midyat da aynı kare içerisinde.

Buradan ayrılarak yine çocuklar eşliğinde Midyat Saat Kulesi'nin olduğu yerde, gümüş almak üzere mola veriyoruz. Rehberimiz Mebru hanımdan, gümüş işinde ustalık bakımından en iyi ve en ucuz Süryanilerin olduğunu öğreniyor ve çok güzel bir bileklik alıyorum :) (Bana zar zor bir bileklik beğendiren ve sıkı pazarlığıma dayanamayıp indirim yapan Doğan Kuyumculuğa saygılarımla.)

Artık akşam oldu, şimdiki durağımız yorgun bedenlerimizi dinlendirecek Midyat Matiat Oteli. Muhteşem havuz manzarası ile ve misafirperverliği ile karşılandığımızda, odamızın bu kadar güzel olabileceğini de tahmin etmiştim :):):) Havuz manzaralı odamıza yerleştikten sonra, yine havuz başında akşam açık büfe yemeğimizi yiyoruz ve yorgunluktan düşen bedenlerimizi, çok geç saatlere kadar devam eden canlı müzik eşliğinde uyutuyoruz :)

Sabah erkenden kahvaltı yapıp, Mardine doğru hakeret ediyoruz.

Batman-Hasankeyf

Merhaba arkadaşlar. Bugün sizlerle 8-9-10 Temmuzda katıldığım doğu turundan izlenimlerimi paylaşacağım.

8 Temmuzda, sabah 9 buçukta Ankara havalimanından kalkan uçağımız ile yaklaşık 1 saat sonra Batman havaalanına iniyoruz, orada bizi bir tur otobüsü ve adının Mebru olduğunu öğrendiğimiz Diyarbakırlı bir bayan rehber karşılıyor. Batmanın içinden geçerek ilk durağımız olan Hasankeyfe varıyoruz.
Batman hakkındaki izlenimlerimi merak ediyorsanız, öncelikle Batman oldukça güzel bir şehir. Benim aklımdaki fakir, gelişmemiş, kerpiç evli doğu düşüncesinden oldukça uzak (Çok büyük, yeni ve özellikle balkonları kocaman:) evleri var). Yolda giderken çalışan petrol rafinerilerini gördükten sonra, muhteşem Hasankeyfe varıyoruz. Gördüğüm güzellik karşısında otobüsten bile alelacele 3 fotoğraf çekmişim :)

Hasankeyf inanılmaz sıcak, hayatıma en çok su içtiğim ve damla damla terlediğim yer olarak damga vuracak bile olabilir:) Hasankeyfe vardığımızda Cuma günü ve öğle vakti olduğundan, Cuma namazı kılmak üzere El-Rızk Camiine gidiyoruz. Bu cami ile ilgili, minaresinin işlemelerinde Allah (C.C)' ın 99 isminin yazılı olduğu bilgisini alıp, hayatımda hep özel bir anı olarak kalacak olan Hasankeyfli Bilal ile tanışıklığımızın ardından, kaleye çıkmak üzere yola devam ediyoruz.

Kaleye girişte 3 TL' ye bilet almanız gerekiyor. İnanılmaz bir öğle sıcağı altında kaleye doğru ilerlerken; sizi, eskiden insanların yaşadığı, dağların içindeki mağaralar karşılıyor(şuan yaşam yok bu mağaralarda). İşte kale kapısı ve işte rehberin sorduğu can alıcı soru: "Arkadaşlar taşlar kaygan ve kale yüksek, çıkmak isteyen çıksın :)" Önce vazgeçip sonra da, "yaaaaa buralara kadar geldim ya Allah Bismillah" deyip çıkmaya karar veriyorum:):):)

İşte mükemmel sonuç, tarihi köprü ayaklarını fotoğraflayabilmek...Bir de geri dönerken, Hasankeyfli küçük bir çocuğun "Abla El-Rızk Camisi'nin minaresini tutuyor gibi fotoğrafını çekeyim istersen, sen dur orda ben ayarlarım" şeklindeki nazik teklifine hayır diyememek.. Bundan iyisi can sağlığı :)

Kaleden inip de girişte Bilal i görünce şaşırıyorum, onca zaman beni beklemiş demek oracıkta. Hem de bir beklentisi olmadan, verdiğim şekeri dahi almaktan haya duyan biri olarak...Sonra bakıyorum bizim usta fotoğrafçı da yanımda. "Abla kıpkırmızı olmuşsun, aynı gül gibi, kırmızı gül gibi olmuşsun ama yakışmış, güzele ne yakışmaz ki " değişiyle yüreğim bir garip hal alıyor. Bizi bu insanlarla karşı karşıya getirmek isteyenlere yüzbinkere yazıklar olsun demek geliyor içimden...Haaa bir de "işte doğu insanının güzel yüreği" dedirtiyor bana bu olay ve çarşı içinden geçip otobüse gelene kadar bana eşlik ediyor bu iki güzel yürek. (Bu arada Hasankeyf çarşısı çok güzel. Vadiyi gören, meşhur doğal ayran içebileceğiniz güzel cafeler var, hediyelik eşya ve puşii-şal  satan renkli dükkanlar.)