21 Eylül 2011 Çarşamba

Karadeniz Turu-Giresun

Artık gezimizin 5.ci gününde, Giresun' dayız. Giresun meydanda otobüslerimizden inip, kaleye çıkmak için rehberimizin bizler için tuttuğu  dolmuşlara binerek Giresun Kalesi' ne çıkıyoruz. Şehir oldukça güzel görünüyor. Kale surlarının arasından bir yere çıkıyoruz (sadece fotoğraf çektirmek isteyenler ve yükseklik korkusu olmayanlar). Arkamıza, Giresun' da denizin ortasındaki küçük adayı da alarak hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.

Giresun gezimiz Topal Osman' ın kabrini ziyaretimizle tamamlanıyor, Samsun' da Bandırma Vapuru' nu (fotoğraf makinemde poz kalmadığı için fotoğraflayamadığım tek yer) ziyaretimizden  sonra da  artık Ankara' ya dönüş yolculuğu başlıyor. Tur rehberimiz Cihan BALCI' ya , şöförlerimize, tanıştığımız tüm güzel insanlara ve bizim küçük dostumuz sevgili Ömer' e sevgi ve teşekkürlerimle.... 

Karadeniz Turu-Trabzon Merkez

Etrafındaki güzelliklere hayran olduğumuz Trabzon'un merkezindeyiz. Bugün turumuzun 4. günü. Boztepe'ye çıkmaya niyet ediyoruz ama yolun çalışma sebebiyle kapalı olmasından dolayı, şehir merkezinden otobüsümüzle ulaşım mümkün olmuyor. Boztepe' ye çıkma isteğimizi kırmayan Cihan abi, şehir merkezinden 8 taksi ayarlayarak bizi boztepeye bulaştırıyor. Taksiciler bunun kendi taksicilik tarihlerinde bir ilk olduğunu söylüyorlar:) Yolda 8 taksiyi görüp, hayretle bakanları da varın siz tahmin edin...

Boztepe' de Ali Şükrü Bey, Hacı Hakkı Baba ve Ahi Evren Dede ziyaretlerinden sonra, Boztepe den bir iki kare pozluyoruz ve yolumuza devam ediyoruz.


Bu arada hiç milliyetçilik olarak algılanmasın ama Ordu Boztepe' nin yanında Trabzon Boztepe hiç birşey :):) Görmeyenler mutlaka Ordu Boztepe' ye gitsin görsün, hele hele teleferik açıldıktan sonrası için diyecek birşey yok:) Burdan sonra artık Saylamlar Otel' deyiz. Bu yorgunluğun üzerine, çok keyfili bir yemek, Beşiktaşın İsrail' i 5-1 yenmesi derken, rahat bir uyku vakti...


Karadeniz Turu-Trabzon-Hıdır Nebi Yaylası-Çal Mağarası

Nihat Usta, Akçaabat köftenin yenilebileceği en güzel yermiş. Akçaabat' da da yeri olan Nihat Usta' nın Trabzon Forum alışveriş merkezindeki yerinde, muhteşem piyaz ve salatasıyla köftelerimizi yiyoruz. İstikamet 3. yaylamız olan Hıdır Nebir Yaylası. Bu yaylaya da, otobüsümüzü bir benzin istasyonunda bırakıyoruz, yanımıza bir günlük kıyafetlerimizi alıyoruz ve benzin istasyonunda bizi bekleyen 3 dolmuşa binerek gidiyoruz. Bizim kısmetimize de Olgun düşüyor:))) Olgun bizim dolmuş şöförümüz ama deli kanlı ifadesinin tam örneği. Çılgın bir Karadenizli ama onu inanılmaz sevdiğimizi söylemeden edemeyeceğim. Yolculuğumuzu muhteşem (bizim grup için edepli) fıkralarla süslüyor ama bir de fıkra anlatırken ellerini direksiyondan çekmese:) Bir de virajları azcık yavaş dönse:) Ertesi gün ortalarına kadar onunla beraber birçok yere yolculuk ediyoruz, artık ona alıştık ve çok sevdik diyebiliriz (Sevdiğine kavuşması için ona dualar ettik:):):))

Sislerin arasından, sanki masal gibi bir yolculuk yaparak ulaştığımı güzel yer Hıdır Nebi Yaylasındayız işte.

2000 metre civarında bir yüksekliğe sahip. Yaylakentte konaklama yine bungalov tarzı tahta küçük evlerde... Ama insan bu ev benim olsa diye nazar ediyor geçekten. Havasına mı suyuna mı, evlerine mi, neye özense bilemiyor... Hava inanılmaz soğuk, getirdiğimiz kıyafetler yetersiz anlıyorum o an :) Bakkala gidip bir umut çorap arıyoruz. İşte mucize, bakkalda çorap var, altın bulsak bu kadar sevinirdik heralde:)

Arkadaşım Selma ile eşyalarımızı eve bıraktıktan sonra, hemen bir foto çekimine çıkıyoruz. Gözlerimize inanamıyoruz gördüklerimiz karşısında. Bulutlar sanki bir çarşaf gibi serilmiş önünüzde. Allah halifesi olan insana bir lüfut olarak vermiş buraları belki de.. Biz de fotoğraflarımızla tefekkür görevimizi yerine getiriyoruz bir nebze. Yüksekçe bir yerden birkaç poz çekiyoruz, bu yukarda gördüğünüz vadide poz vermeyi de unutmayarak.  






Akşam yemeği, canlı müzik, biraz halay, biraz sohbet derken güneş batıp gece, kusurlarımızı örtmek için karanlık örtüsünü seriyor üzerimize. Yaylakentte sabaha kadar ufo yakarak, ama yine de üşüyerek uyuyoruz:) Sabah kalktığımızda ise heryer daha bir temiz , mis gibi görünüyor, kokuyor. Bir de sabah güneşi ile görmemizi istiyor Yaradan...

Yine Olgunla buluşma vakti. Yaylakent' ten ayrılıyoruz. Bu sefer dolmuşa bir kemer getirmiş annem için :) Tabi cuvvcuvv yine hzlı ve aksiyon dolu bir yolculuk başlıyor. Bu kez istikamet Düzköy' de Haçkalı Baba Türbesi ziyareti. Bu muhterem zatın kabrinde dua edip, namazlarımızı cemaat ile güzel ve büyük bir camide eda ettikten sonra Çal Mağarası' na gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Kaptan Olgun bizi korkutuyor biraz, Çal Mağarası' nın bulunduğu yer öyle yüksek ki, bir ara oraya yürüyerek gitmekle ilgili bir sohbet geçiyor ama neyseki ki araba ile geldik mağaranın önüne kadar.


İçerisinde gezip fotoğraf merasimi bittikten sonra mağaranın az ilerisinde öğle yemeğimiz için bize hazırlanan mangal sefasına geçiyoruz hemencecik. Hemen ileride yukardaki dağdan düşen taş (şükür ne üzerimize ne de arabaların üzerine gelmiyor ama) buraların az da olsa tehlikeli olabileceğini hatırlatıyor bizlere.

Mangal deyince ağzının suyu akan biri olarak, bu yemeğin ne kadar güzel geçtiğini anlatmama gerek yok zaten. Yemeğimiz bitince mağaranın yan tarafından merdivenle çıkılan ve tam mağara kapısının üst tarafına denk gelen, mağara cafe ye gidip, mağara işletmecisinin çaylarından içiyoruz. Hava öyle hoş ki, sis bir yandan(bazen tehlikeli olsa da bu seferki doğal bir güzellik:)) serinlik bir yandan, turdakilerle kaynaşmış olmanın verdiği haz bir yandan çaylarımızı da yudumlayarak buradan da güzel anılarla ayrılıyoruz.

Karadeniz Turu-Sümela Manastırı

Hedefimiz Sümela:)

Trabzon' daki Sümela Manastırı' na ulaşmak için uzun ve güzel bir yolculuk geçiyor. Burada aşağı kısımda büyük otobüsümüzden inip, manastıra gitmek için küçük dolmuşlara biniyoruz. Otobüsten inmeden önce rehberimiz isteyen yürüyebilir diyor, tabi benim hiç niyetim yok:) zaten dolmuştan inince bile uzak olan manastıra, o kadar uzak bir yerden yürümek oldukça zor olacakmış. Sümela' ya  önce Seyir Tepesi' nden bakıyoruz, sonra dolmuşların en son gidebildiği yerde iniyoruz. Buradan sonrası, doğal güzelliklerle dolu, zor, bir o kadar da yorucu bir yoldan manastıra ulaşmak. 

Oldukça kalabalık buralar, hamile, yaşlı insanlar bile gelmiş, şaşırıyor insan gerçekten.  Annemin yolun bitmesine az kalan bir yerde pes ederken, turdaki bir tonton teyze ile dinlenme isteğine hayhay diyerek ben yola dilim dışarda devam ediyorum:) Bir elimde su, bir elimde fotoğraf makinesi, işte sonunda manastır... Malesef içine ziyaret için giremiyorum, yorgunluktan. Ama arkadaşım içini de fotoğraflama imkanı buluyor. İnsan, bu manastır taaaa buralara nasıl yapılır, bu taşlar bu dik yamaçlarda nasıl taşınır ve bu yamaçlara yerleştirilir diye düşünüyorum, cevabı ise Cihan Balcı' dan. İmanın gücü...








Üzerinde manastır resminin olduğu bu güzel çeşme de, dolmuştan inip, patika yolu yürümeye başladığımız yerde (Suyu akmıyor ama).


Manastır' dan ayrılıyoruz, kurtt gibi açım, kimse beni durdurmasın :)

Karadeniz Turu-Ayder Yaylası

Uzungöl' den ayrıldıktan sonra Ayder yaylasına gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yolda giderken kiremit köprüyü ve Karadenize özgü, dağlara pamuk misali serpiştirilen evleri ve hemen heryerde göze çarpan camileri izliyoruz. (Rehberimiz Cihan Balcı' nın anlattığına göre, camilerin neredeyse hepsinin, mimari bakımından birbirinden farklı bir yanı varmış).

Kısa sayılmayacak kadar bir yolculuktan sonra Rize' ye varıyoruz. Burada Zaimoğlu Tesisleri' nde meşhur Rize bezlerinden yapılmış hediyelik eşyalardan satın alarak, tahtadan yapılmış serende olduğunu tahmin ettiğim yerde oturup, martıların bile bizi mutlu etmek için üzerinde süzülüp, cilveleştiği denize nazır bir keyif molasından sonra yeniden yola koyuluyoruz. Rize bezlerinden alışveriş yapanların katıldığı bir çekilişde bana da, üzerinde Rize hatırası yazan, kemençe resmi olan küçük bir el havlusu çıkıyor:):) Kısa günün karı diyelim.

Yolumuza devam ediyoruz ve Ardeşen ilçesindeki Fırtına Deresi' nin kenarından süzülerek Ayder' e doğru uzanıyoruz. Fırtına Deresi kenarında Pınar Tesisleri' nde öğle yemeğimizi yemek üzere duruyoruz ve dere kenarında, fırtına gibi çağlayan suyu seyre dalıp, birkaç fotoğraf çekiyoruz.



Yolumuza Meçhul Asker' in kabrini ziyaret etmek için ara veriyoruz. Verilen bilgiye göre, 1. Cihan Harbi' nde, dere üzerinde kurulu olan taş kemer köprüden düşmanların geçmesini engellemek için, köprünün bomba ile patlatılması ve yıkılması gerekmektedir. Bu görev için gönüllü iki asker çıkar ve fünyeyi çekerler, köprü yıkılır ve düşmanların geçmesi engellenir. Bu sırada askerler de patlamanın etkisiyle dereye düşerler. Akıntıya kapılan askerlerden biri bugünkü Meçhul Asker mezarının bulunduğu yerde, köylüler tarafından bulunur ve defin işlemleri yapılır. Diğer asker ise bulunamaz, Fırtına Deresi' nin sularına kapılmıştır. Şehitlerimize Allah' tan rahmet, bizlere de şefaatlerini dileriz (Ruhlarına Fatiha okumanızı rica ederiz).

Asma Köprü' deyiz şimdi de. Ayağınızı koysanız bile sallanan bu güzel köprüye kaç kişi çıkıyor aman Allah' ım:):) Korku dolu olsa da ortasına kadar ilerleyip hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmuyorum :)

Ayder yolu üzerinde, Osmanlı zamanından kalma tarihi ve oldukça güzel köprüler var. Hepsinin yanında durmamız mümkün olmasa da, bir tanesinde durup fotoğraf çektiriyoruz.

Çamlıhemşin' den Ayder yaylası yoluna giriyoruz. Bu arada yolda giderken havanın değiştiğini, sislerin dağların üzerine bir tül gibi yayıldığını farkediyoruz. Ayrıca dağlar oldukça dik yamaçlardan oluşuyor. Bu durum özellikle Ayder' e yaklaştığımızda gösteriyor kendisini. Dağlar sanki üzerinize düşecek gibi geliyor insana:)

Ve sonunda işte o muhteşem güzellik.. AYDER YAYLASI

Önce büyük şelalenin önünde durup birkaç hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Daha sonra, otelimize geçmeden önce, bir de daha yukardaki derenin olduğu yere gidip, sis örtüsü ile bürünmüş güzel dağları ve akan dereyi fotoğraflıyoruz. Bu arada otobüsümüzle derenin olduğu yere ilerlerken yolda bir gurup genç görüyoruz. Arabayı durdurup, arabadan çalan müzikle horon tepiyorlar.:) Tabi ben de eksik kalmadım, otobüsümüzden inen birkaç kişinin yanına sokulup başladım videoya almaya :) İşin en komik tarafı da, yoldan geçen diğer arabaların da durup, hatta içlerinden horon bilenlerin katılması ve halkanın bir anda genişlemesi :):):) İşte Karadeniz budur...Heran heryerde hareket ...




Hava öyle temiz öyle temiz ki (maşallah :)) içimize derin derin çekiyoruz temiz havayı. Ormanlara bakıp, apartmanlara alışkın gözlerimize bayram ettiriyoruz kısa süreliğine de olsa...İşte oteldeyiz, o gürül gürül akan dereye sıfır olan Haşimoğlu Otel'de. Hani deniz kenarlarında denize sıfırdır ya tercih, burda da bizim tercihimiz dereye sıfır :).

Burada da tahta odalarda kalıyoruz, içimizi ısıtıyor tahtanın sıcaklığı. Oda ne kadar küçük de olsa, sıcacık, ortam çok güzel gerçekten. Rahatımız için herşey düşünülmüş. Pencereden, az önce başlayan çise yağmurla ıslanan, sisle kaplı etrafı seyre dalarken, yemek zamanı gelip çatıyor. Canlı müzik ile horon gösterisi izlemenin de verdiği heyecanla yemeğimizi hemen yiyoruz.

Tulumu kemençeden daha çok sevmeme sebep olacaktı demek ki bu akşam yaşayacaklarım:) Önce yavaş başlayan, basit gibi görünen horon oldukça uzun bir zaman sonra hızlanıyor. Büyüyen horon halkasının içinde otelde kalan misafirlerin yanı sıra otel çalışanları da var. Sonraları "siz bir ekolsünüz" diyorum içlerinden bir amcaya. Öyle bir oynuyor ki, insanı özendiriyor. Bu arada biz de arkadaşımla videoya alıyoruz oyunu, bir yandan da ayaklarımızla horon öğrenmeye çalışarak, ama nafile:) Bir adım bile ilerleyemiyoruz beş günde...

Horon gösterisi bittiğinde, otelin televizyonodasında oturmaya karar veriyoruz, çünkü dışarısı öyle soğuk ki, hava alayım derken üşütmekten korkuyoruz. Burada önce tv ile başlayan gece, tura beraber katıldığımız kardeşlerimizle deriiin bir sohbete dalmamızla ve sonra uykuya yenik düşen gözlerimizin uyarısını dikkate alarak yatma kararımızla tamamlanıyor. Bu arada sohbet ettiğimiz köşede bulunan şöminenin (yanıyor gerçekten) üst tarafında, yöresel bazı eşyalarla donatılmış bölümden bir kare çarpıyor gözüme. Ayağın şeklini koruyan bi çorap:):):) Nasıl olur yaa diyorum, bu kadar komik bişey görmedim.


Sabah taze köy yumurtası ile yapılan güzel kahvaltı, otelde yaşadığımız son anı oluyor bizim için. Şimdi buradan ayrılıp başka güzelliklere yelken açıyoruz.

20 Eylül 2011 Salı

Karadeniz Turu-Uzungöl

Merhaba gönül dostları, bu kez de sizlere Cihan Balcı Turizm ile çıktığımız 5 günlük Karadeniz turundan bahsedeceğiz.

Turda bana eşlik eden dostum Selma' ya ve canım anneme teşekkürler.

Sabah 7'de Sıhhiye'deki Sezenler sokakda buluşup, otobüse binmemiz ile başlayan yolculuğumuzda, Samsun' a geldiğimizde denizle ve yeşille buluşunca, bir o tarafa bir bu tarafa bakmaktan yorulan gözlerimizi dinlendirdiğimiz ilk durağımız Giresun Tirebolu Çay Fabrikası. Öncelikle fabrika sorumlusundan çayların nasıl bir işleme tabi tutulduğunu öğrenmemizden sonra, bizlere ısmarlanan çay ile  fındık ve fındık ezmelerini yiyoruz. Manzara öyle güzel ki, denizle ve muhteşem gün batımı ile aramızda sadece bir kara yolu var. Hemen ilk manzara ve günbatımı fotoğrafımızı çekiyoruz.


Çay ikramı ve çay alımından sonra buradan hareket ediyoruz. Bundan sonraki ilk durağımız Trabzon Çaykara' ya bağlı Uzungöl. Akşam geç bir vakitte ulaşabildiğimiz Uzungöl' de ilk işimiz İnan Kardeşler Oteli' ne yerleşmek. Yöresel tatların da olduğu güzel bir yemek ve ardından gelen horon ve kolbastı gösterilerinden sonra odalarımıza yerleşiyoruz. Kütük bir ev şeklinde, çok hoş bir mimari ile bezenmiş odamızda, balkonda tertemiz dağ havasını içimize çekiyor ve bizi bekleyen güzel sabaha ulaşmak için uykuya dalıyoruz.

Güneşin doğuşu buralarda daha bir farklı. Temiz hava, oksijen, bu muhteşem güzellik(maşallah diyelim) başımızı döndürüyor. Otelde, yöresel ürünlerden oluşan oldukça zengin ve güzel bir kahvaltıdan sonra, bahçesinde fotoğraf çekiyoruz.

Daha sonra bu güzel tesisten ayrılıp, Ahşap Cami' yi gezdikten sonra, Uzungöl etrafındaki patika yolda yürüyüş yapıyoruz. Birkaç fotoğraf aldıktan sonra bu güzel yerden de, içimizde buralara tekrar kavuşmak özlemi ile ayrılıyoruz.



9 Eylül 2011 Cuma

Gün Ola Harman Ola...

Gün ola harman ola...Belki basit bir teselli gibi görünse de aslında ne hakikatli bir söz, öyle değil mi? 

Sıkıntının, çaresizliğin her yanımızı sardığını hissettiğimiz anlarda, bir dostun dudaklarından dökülür kimi zaman, kimi zaman bir dergide veya kitapta mutsuzluğumuza, umutsuzluğumuza çare olsun diye bir lütuf olarak kaşınıza çıkar bilmemiz gerekenler.  İşte böyle birşey aşağıda paylaştıklarım da. Fatih Üniversitesi Hastanesi' ne tedavi için gittiğim bir zamanda, hastanenin (3 aylık) düzenli olarak çıkan Yaşama Sanatı dergisinde okuduklarım da bu kabilden birşeyler. Şimdi sizi o güzel yazı ile başbaşa bırakıyorum.  

Günlük hayatta birçok olayla karşılaşırız. Bazı kimseler başa gelen olayları büyük bir olgunluk ve sükunetle karşılarken, nazıları da henüz ortada birşey yok iken sanki büyük bir hadise olacakmış gibi panik yaparlar. Oysa gelecekte olması muhtemel neticelere göre endişeye kapılmak ne kadar doğrudur? Geçmiş geçmiştir gitmiştir; gelecekse madem gelmemiş o halde yoktur... Yoktan korkmanın, dövülmeden ağlamanın hiç bir anlamı yoktur. 

Kralın birine hediye olarak Hindistan' dan son derece değerli ipek kumaş gelmiş Kral sarayın terzisini çağırmış ve "Bana 10 düğmeli bir elbise dikmeni istiyorum, düğmeleri altından olacak...ve üç gün içinde teslim etmeni istiyorum" demiş ve eklemiş "Terzibaşı, düğmeleri de bizzat senin kalıp yapıp üretmeni istiyorum!"

Terzi "Ama Kralım üç gün yetmez" diyecek olmuş. Kral "Ben söyleyeceğimi söyledim...Gerisi senin bileceğin iş!" diyerek sözünü kesmiş...Terzi korka korka evine gelmiş, eli ayağı titriyormuş! Karısı terziyi teselli etmeye çalışmış. "Kocacığım, sen hele bir başla ben de sana yardım eder, bu işi başarabiliriz" demiş. Altın düğme yapmak için, önce altın-pirinç karışımı çivileri yuvarlak hale getirip kalıp yapmak gerekiyormuş. Terzi kalıp işiyle 2 gün uğraşmış.

"3. gün gelip çattı, hala kalıp işiyle uğraşıyorum, inşallah bugün elbiseyi diker yetiştiririm" diye kendi kendine düşünürken, hızlıca kapı çalınmış. Terzinin beti benzi atmış, korka korka kağıyı açmaya yönelmiş. kapıyı açmış ve karşısında birkaç saray görevlisini görmüş. Görevlilerden biri şöyle demiş: "Kral hazretleri gece vefat etti! Tabutu için altın renkli çivi lazım.. Terzibaşında çivi var dediler. Çivileri hemen hazırla!"

Bir olay vuku bulmadan hemen üzülüp sıkılmamak gerekir. Büyük bir zatın ifadesiyle "dövülmeden ağlamamalı, hiçten korkmamalı, yok olan şeyi varmış gibi tasavvur etmemeliyiz."

Bu misallerde anlatıldığı gibi, derdimden büyük Rabbim var demeden, gün ola harman ola demeden kendimizi sıkıntıdan kurtulamayacağımızı düşünmek, çaresizlerin çaresi olana güvenmeyi unutarak, çaresizliği iliklerimize kadar hissetmek anlamsız gerçekten. Elbette sabır zor ama altın anahtar :)

Çaresizlerin ve bunun yanında her türlü çarenin Rabbi olan Allah' a emanet...

Esen kalın.