21 Eylül 2011 Çarşamba

Karadeniz Turu-Trabzon-Hıdır Nebi Yaylası-Çal Mağarası

Nihat Usta, Akçaabat köftenin yenilebileceği en güzel yermiş. Akçaabat' da da yeri olan Nihat Usta' nın Trabzon Forum alışveriş merkezindeki yerinde, muhteşem piyaz ve salatasıyla köftelerimizi yiyoruz. İstikamet 3. yaylamız olan Hıdır Nebir Yaylası. Bu yaylaya da, otobüsümüzü bir benzin istasyonunda bırakıyoruz, yanımıza bir günlük kıyafetlerimizi alıyoruz ve benzin istasyonunda bizi bekleyen 3 dolmuşa binerek gidiyoruz. Bizim kısmetimize de Olgun düşüyor:))) Olgun bizim dolmuş şöförümüz ama deli kanlı ifadesinin tam örneği. Çılgın bir Karadenizli ama onu inanılmaz sevdiğimizi söylemeden edemeyeceğim. Yolculuğumuzu muhteşem (bizim grup için edepli) fıkralarla süslüyor ama bir de fıkra anlatırken ellerini direksiyondan çekmese:) Bir de virajları azcık yavaş dönse:) Ertesi gün ortalarına kadar onunla beraber birçok yere yolculuk ediyoruz, artık ona alıştık ve çok sevdik diyebiliriz (Sevdiğine kavuşması için ona dualar ettik:):):))

Sislerin arasından, sanki masal gibi bir yolculuk yaparak ulaştığımı güzel yer Hıdır Nebi Yaylasındayız işte.

2000 metre civarında bir yüksekliğe sahip. Yaylakentte konaklama yine bungalov tarzı tahta küçük evlerde... Ama insan bu ev benim olsa diye nazar ediyor geçekten. Havasına mı suyuna mı, evlerine mi, neye özense bilemiyor... Hava inanılmaz soğuk, getirdiğimiz kıyafetler yetersiz anlıyorum o an :) Bakkala gidip bir umut çorap arıyoruz. İşte mucize, bakkalda çorap var, altın bulsak bu kadar sevinirdik heralde:)

Arkadaşım Selma ile eşyalarımızı eve bıraktıktan sonra, hemen bir foto çekimine çıkıyoruz. Gözlerimize inanamıyoruz gördüklerimiz karşısında. Bulutlar sanki bir çarşaf gibi serilmiş önünüzde. Allah halifesi olan insana bir lüfut olarak vermiş buraları belki de.. Biz de fotoğraflarımızla tefekkür görevimizi yerine getiriyoruz bir nebze. Yüksekçe bir yerden birkaç poz çekiyoruz, bu yukarda gördüğünüz vadide poz vermeyi de unutmayarak.  






Akşam yemeği, canlı müzik, biraz halay, biraz sohbet derken güneş batıp gece, kusurlarımızı örtmek için karanlık örtüsünü seriyor üzerimize. Yaylakentte sabaha kadar ufo yakarak, ama yine de üşüyerek uyuyoruz:) Sabah kalktığımızda ise heryer daha bir temiz , mis gibi görünüyor, kokuyor. Bir de sabah güneşi ile görmemizi istiyor Yaradan...

Yine Olgunla buluşma vakti. Yaylakent' ten ayrılıyoruz. Bu sefer dolmuşa bir kemer getirmiş annem için :) Tabi cuvvcuvv yine hzlı ve aksiyon dolu bir yolculuk başlıyor. Bu kez istikamet Düzköy' de Haçkalı Baba Türbesi ziyareti. Bu muhterem zatın kabrinde dua edip, namazlarımızı cemaat ile güzel ve büyük bir camide eda ettikten sonra Çal Mağarası' na gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Kaptan Olgun bizi korkutuyor biraz, Çal Mağarası' nın bulunduğu yer öyle yüksek ki, bir ara oraya yürüyerek gitmekle ilgili bir sohbet geçiyor ama neyseki ki araba ile geldik mağaranın önüne kadar.


İçerisinde gezip fotoğraf merasimi bittikten sonra mağaranın az ilerisinde öğle yemeğimiz için bize hazırlanan mangal sefasına geçiyoruz hemencecik. Hemen ileride yukardaki dağdan düşen taş (şükür ne üzerimize ne de arabaların üzerine gelmiyor ama) buraların az da olsa tehlikeli olabileceğini hatırlatıyor bizlere.

Mangal deyince ağzının suyu akan biri olarak, bu yemeğin ne kadar güzel geçtiğini anlatmama gerek yok zaten. Yemeğimiz bitince mağaranın yan tarafından merdivenle çıkılan ve tam mağara kapısının üst tarafına denk gelen, mağara cafe ye gidip, mağara işletmecisinin çaylarından içiyoruz. Hava öyle hoş ki, sis bir yandan(bazen tehlikeli olsa da bu seferki doğal bir güzellik:)) serinlik bir yandan, turdakilerle kaynaşmış olmanın verdiği haz bir yandan çaylarımızı da yudumlayarak buradan da güzel anılarla ayrılıyoruz.

2 yorum:

tatlihayat dedi ki...

meltem bunlar ne guzel fotolar ,kendini gelistrimssin,fotograf makinesi almistin sanirm guzel bir modeldi.

Unknown dedi ki...

Evet canım yarı profesyonel bir makina aldım, birkaç yıl oluyor. Gelişmek için baya makale okuyorum, birşeyler yapmaya çalışıyorum cnm bakalım:)) Beğenmene çok sevindim.