Uzungöl' den ayrıldıktan sonra Ayder yaylasına gitmek üzere yola çıkıyoruz. Yolda giderken kiremit köprüyü ve Karadenize özgü, dağlara pamuk misali serpiştirilen evleri ve hemen heryerde göze çarpan camileri izliyoruz. (Rehberimiz Cihan Balcı' nın anlattığına göre, camilerin neredeyse hepsinin, mimari bakımından birbirinden farklı bir yanı varmış).
Kısa sayılmayacak kadar bir yolculuktan sonra Rize' ye varıyoruz. Burada Zaimoğlu Tesisleri' nde meşhur Rize bezlerinden yapılmış hediyelik eşyalardan satın alarak, tahtadan yapılmış serende olduğunu tahmin ettiğim yerde oturup, martıların bile bizi mutlu etmek için üzerinde süzülüp, cilveleştiği denize nazır bir keyif molasından sonra yeniden yola koyuluyoruz. Rize bezlerinden alışveriş yapanların katıldığı bir çekilişde bana da, üzerinde Rize hatırası yazan, kemençe resmi olan küçük bir el havlusu çıkıyor:):) Kısa günün karı diyelim.
Yolumuza devam ediyoruz ve Ardeşen ilçesindeki Fırtına Deresi' nin kenarından süzülerek Ayder' e doğru uzanıyoruz. Fırtına Deresi kenarında Pınar Tesisleri' nde öğle yemeğimizi yemek üzere duruyoruz ve dere kenarında, fırtına gibi çağlayan suyu seyre dalıp, birkaç fotoğraf çekiyoruz.
Yolumuza Meçhul Asker' in kabrini ziyaret etmek için ara veriyoruz. Verilen bilgiye göre, 1. Cihan Harbi' nde, dere üzerinde kurulu olan taş kemer köprüden düşmanların geçmesini engellemek için, köprünün bomba ile patlatılması ve yıkılması gerekmektedir. Bu görev için gönüllü iki asker çıkar ve fünyeyi çekerler, köprü yıkılır ve düşmanların geçmesi engellenir. Bu sırada askerler de patlamanın etkisiyle dereye düşerler. Akıntıya kapılan askerlerden biri bugünkü Meçhul Asker mezarının bulunduğu yerde, köylüler tarafından bulunur ve defin işlemleri yapılır. Diğer asker ise bulunamaz, Fırtına Deresi' nin sularına kapılmıştır. Şehitlerimize Allah' tan rahmet, bizlere de şefaatlerini dileriz (Ruhlarına Fatiha okumanızı rica ederiz).
Asma Köprü' deyiz şimdi de. Ayağınızı koysanız bile sallanan bu güzel köprüye kaç kişi çıkıyor aman Allah' ım:):) Korku dolu olsa da ortasına kadar ilerleyip hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmuyorum :)
Ayder yolu üzerinde, Osmanlı zamanından kalma tarihi ve oldukça güzel köprüler var. Hepsinin yanında durmamız mümkün olmasa da, bir tanesinde durup fotoğraf çektiriyoruz.
Çamlıhemşin' den Ayder yaylası yoluna giriyoruz. Bu arada yolda giderken havanın değiştiğini, sislerin dağların üzerine bir tül gibi yayıldığını farkediyoruz. Ayrıca dağlar oldukça dik yamaçlardan oluşuyor. Bu durum özellikle Ayder' e yaklaştığımızda gösteriyor kendisini. Dağlar sanki üzerinize düşecek gibi geliyor insana:)
Ve sonunda işte o muhteşem güzellik.. AYDER YAYLASI
Önce büyük şelalenin önünde durup birkaç hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Daha sonra, otelimize geçmeden önce, bir de daha yukardaki derenin olduğu yere gidip, sis örtüsü ile bürünmüş güzel dağları ve akan dereyi fotoğraflıyoruz. Bu arada otobüsümüzle derenin olduğu yere ilerlerken yolda bir gurup genç görüyoruz. Arabayı durdurup, arabadan çalan müzikle horon tepiyorlar.:) Tabi ben de eksik kalmadım, otobüsümüzden inen birkaç kişinin yanına sokulup başladım videoya almaya :) İşin en komik tarafı da, yoldan geçen diğer arabaların da durup, hatta içlerinden horon bilenlerin katılması ve halkanın bir anda genişlemesi :):):) İşte Karadeniz budur...Heran heryerde hareket ...
Hava öyle temiz öyle temiz ki (maşallah :)) içimize derin derin çekiyoruz temiz havayı. Ormanlara bakıp, apartmanlara alışkın gözlerimize bayram ettiriyoruz kısa süreliğine de olsa...İşte oteldeyiz, o gürül gürül akan dereye sıfır olan Haşimoğlu Otel'de. Hani deniz kenarlarında denize sıfırdır ya tercih, burda da bizim tercihimiz dereye sıfır :).
Burada da tahta odalarda kalıyoruz, içimizi ısıtıyor tahtanın sıcaklığı. Oda ne kadar küçük de olsa, sıcacık, ortam çok güzel gerçekten. Rahatımız için herşey düşünülmüş. Pencereden, az önce başlayan çise yağmurla ıslanan, sisle kaplı etrafı seyre dalarken, yemek zamanı gelip çatıyor. Canlı müzik ile horon gösterisi izlemenin de verdiği heyecanla yemeğimizi hemen yiyoruz.
Tulumu kemençeden daha çok sevmeme sebep olacaktı demek ki bu akşam yaşayacaklarım:) Önce yavaş başlayan, basit gibi görünen horon oldukça uzun bir zaman sonra hızlanıyor. Büyüyen horon halkasının içinde otelde kalan misafirlerin yanı sıra otel çalışanları da var. Sonraları "siz bir ekolsünüz" diyorum içlerinden bir amcaya. Öyle bir oynuyor ki, insanı özendiriyor. Bu arada biz de arkadaşımla videoya alıyoruz oyunu, bir yandan da ayaklarımızla horon öğrenmeye çalışarak, ama nafile:) Bir adım bile ilerleyemiyoruz beş günde...
Horon gösterisi bittiğinde, otelin televizyonodasında oturmaya karar veriyoruz, çünkü dışarısı öyle soğuk ki, hava alayım derken üşütmekten korkuyoruz. Burada önce tv ile başlayan gece, tura beraber katıldığımız kardeşlerimizle deriiin bir sohbete dalmamızla ve sonra uykuya yenik düşen gözlerimizin uyarısını dikkate alarak yatma kararımızla tamamlanıyor. Bu arada sohbet ettiğimiz köşede bulunan şöminenin (yanıyor gerçekten) üst tarafında, yöresel bazı eşyalarla donatılmış bölümden bir kare çarpıyor gözüme. Ayağın şeklini koruyan bi çorap:):):) Nasıl olur yaa diyorum, bu kadar komik bişey görmedim.
Sabah taze köy yumurtası ile yapılan güzel kahvaltı, otelde yaşadığımız son anı oluyor bizim için. Şimdi buradan ayrılıp başka güzelliklere yelken açıyoruz.
Ve sonunda işte o muhteşem güzellik.. AYDER YAYLASI
Önce büyük şelalenin önünde durup birkaç hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Daha sonra, otelimize geçmeden önce, bir de daha yukardaki derenin olduğu yere gidip, sis örtüsü ile bürünmüş güzel dağları ve akan dereyi fotoğraflıyoruz. Bu arada otobüsümüzle derenin olduğu yere ilerlerken yolda bir gurup genç görüyoruz. Arabayı durdurup, arabadan çalan müzikle horon tepiyorlar.:) Tabi ben de eksik kalmadım, otobüsümüzden inen birkaç kişinin yanına sokulup başladım videoya almaya :) İşin en komik tarafı da, yoldan geçen diğer arabaların da durup, hatta içlerinden horon bilenlerin katılması ve halkanın bir anda genişlemesi :):):) İşte Karadeniz budur...Heran heryerde hareket ...
Hava öyle temiz öyle temiz ki (maşallah :)) içimize derin derin çekiyoruz temiz havayı. Ormanlara bakıp, apartmanlara alışkın gözlerimize bayram ettiriyoruz kısa süreliğine de olsa...İşte oteldeyiz, o gürül gürül akan dereye sıfır olan Haşimoğlu Otel'de. Hani deniz kenarlarında denize sıfırdır ya tercih, burda da bizim tercihimiz dereye sıfır :).
Burada da tahta odalarda kalıyoruz, içimizi ısıtıyor tahtanın sıcaklığı. Oda ne kadar küçük de olsa, sıcacık, ortam çok güzel gerçekten. Rahatımız için herşey düşünülmüş. Pencereden, az önce başlayan çise yağmurla ıslanan, sisle kaplı etrafı seyre dalarken, yemek zamanı gelip çatıyor. Canlı müzik ile horon gösterisi izlemenin de verdiği heyecanla yemeğimizi hemen yiyoruz.
Tulumu kemençeden daha çok sevmeme sebep olacaktı demek ki bu akşam yaşayacaklarım:) Önce yavaş başlayan, basit gibi görünen horon oldukça uzun bir zaman sonra hızlanıyor. Büyüyen horon halkasının içinde otelde kalan misafirlerin yanı sıra otel çalışanları da var. Sonraları "siz bir ekolsünüz" diyorum içlerinden bir amcaya. Öyle bir oynuyor ki, insanı özendiriyor. Bu arada biz de arkadaşımla videoya alıyoruz oyunu, bir yandan da ayaklarımızla horon öğrenmeye çalışarak, ama nafile:) Bir adım bile ilerleyemiyoruz beş günde...
Horon gösterisi bittiğinde, otelin televizyonodasında oturmaya karar veriyoruz, çünkü dışarısı öyle soğuk ki, hava alayım derken üşütmekten korkuyoruz. Burada önce tv ile başlayan gece, tura beraber katıldığımız kardeşlerimizle deriiin bir sohbete dalmamızla ve sonra uykuya yenik düşen gözlerimizin uyarısını dikkate alarak yatma kararımızla tamamlanıyor. Bu arada sohbet ettiğimiz köşede bulunan şöminenin (yanıyor gerçekten) üst tarafında, yöresel bazı eşyalarla donatılmış bölümden bir kare çarpıyor gözüme. Ayağın şeklini koruyan bi çorap:):):) Nasıl olur yaa diyorum, bu kadar komik bişey görmedim.
Sabah taze köy yumurtası ile yapılan güzel kahvaltı, otelde yaşadığımız son anı oluyor bizim için. Şimdi buradan ayrılıp başka güzelliklere yelken açıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder