İnsan bazen bilir de uygulayamaz. Az yemek yemenin sağlığa daha faydalı olduğu, hayatın her döneminde, sağlıklı yaşamak için spor yapmanın gerekliliği, anne babaya /çocuklara güzel davranmanın gerekli ve faziletli bir iş olduğu, ne kadar rahatlatıcı birşey olsa da alışverişin tadını kaçırmamak gerektiği :) Bunun gibi birçok şey ve özellikle öfkemizi kontrol etmek gerektiği....
Anne babaya itaat konusu, Kuran' da Allah' a itaatten sonra ikinci zikredilen taattir. Kuran' da üzerine önemle düşülen bu konuda özenli davranmalıyız kabul, peki ya sıfatı olan ya da olmayan insanlara karşı davranışta özenli ve şefkatli kelimelerin kullanılması gerekliliğine ne kadar dikkat ediyoruz. Biliyorum şimdi diyeceğiz ki, iyi ama insanlar bana karşı iyi davranırsa ben neden onlara iyi davranmayım ki. Ammmaa bana karşı kötü davranana neden iyi davranayım, o da haddini bilsin kardeşim.!!!
Görünüşte haklı olduğumuzu kanıtlayan bu düşünceler, aslında bize yine imtihanın üzerinde biraz düşünmemiz gerekliliğini hatırlatıyor. Benim hep bu soru aklıma takılır, insanlar kötülük etsin ama biz onlara iyi davranlım, peki neden? Onların yaptıkları yanlarına kar mı kalacak şimdi? İntikamımızı kim alacak bu durumda ?
Bu araya izninizle bir hikaye yazmak istiyorum.
Kalenderiyelik makamına ulaşmış bir derviş, birgün dünyaya ait tüm yüklerden kurtulmak amacıyla, saçlarını kazıtmak üzere bir berbere gider. Tam dervişin saçlarının yarısına ustra vurulmuş, berber ikinci yarısına geçecekken, iri yarı, yiğit mi yiğit görünüşteki bir kabadayı içeri girer ve dervişin kafasına okkalı bir tokat atarak:
"Kalk kabak, biz traş olalım" der. Berber neye uğradığını şaşır ama ne diyeceğini bilemez, karşı çıksa, kabadayının hışmından korkar, çaresiz susar... Derviş ise hiç birşey söylemeden kalkar ve kabadayı koltuğua oturur, bir güzel traşını olup, çıkar berberden.
Derken...Bir gürültü ki kıyamet gibi. Hemen berber ve derviş dışarı çıkar bir de bakarlar ki, geminden boşalmış bir at arabası kabadayıyı sermiştir yere. Bu hazin manzara karşısında dehşete düşen berber, dervişe dönerek:
"Tamam derviş efendi, alındın anladım ama bu kadarı da biraz fazla değil miydi?" der. Dervişse sakin bir şekilde:
"Vallahi darılıp gücenmemiştim, gel gör ki kabağın da bir sahibi var, o gücenmiş olmalı..."
Şu nezakete bir bakar mısınız. Şu, kötülük karşısında gösterilen olgunluğa, insanlığa imrenmez da ne yapar insan?
Bana işte budur ulaşmak istediğim ama ulaşamadığım dedirtiyor:):):) Biz elbette birer peygamber veya derviş değiliz ama onların bunları yaşamasındaki hikmet heralde boş yere değildi. İnsanlığa ibret olsun diye yaşanan bu kutlu ve sırlı olaylardan, üzerimize düşeni yaparak, mutlaka dersler çıkarıp hayatımıza da uygulamalıyız.
Günlük hayatımızda (hele hele dünyanın çivisi çıkmış diyebileceğimiz bugünlerde) karşımıza sabretmemizi gerektiren, bir la havle :) çekmeyi gerektiren olaylar öyle çok çıkıyor ki. Kendi nefsim adına söylüyorum, tahammülüm sıfır malesef. Hemen laf edene lafla cevap vermek, adaletsizlik yapana hiçbirşey yapamazsam eğer beddua etmek geliyor içimden (Beni bundan sonra tanımak istemezsiniz heralde :)). Hani demiştim ya, neden iyi davranayım ki kötülük yapana, o zaman ona bu adaletsizliğin hesabını kim sorcak, işte şeytan vesvesesi olan bu düşünceler yumağı beni öfkeye yöneltiyor, bunu anladım.
Öfke ise fizyolojik zararlarından tutun da, günaha, psikolojik travmalara, haklıyken haksız duruma düşmeye kadar giden olumsuz sonuçlar doğurabiliyor başımıza. O nefis tat olan cevap vermenin hazzıyla dolup taşıyor, doğduğumuzda apak olup günahlarla kararttığımız güzel yüreğimiz. Cevap vereceğiz ve görecek o gününü....
Oysa yukardaki hikayede gördüğümüz gibi, cevap vermemek, (adaletsizlik ve) yapılan kötülük karşısında biraz sabırlı olabilmek, hakkınızın yerde kalacağı :) anlamına gelmiyor. Her an görüp gözeten, haksızlığa uğrayan haksızlık yapanı bağışlasa bile, haklının hakkını alan bir Rab var. Öyleyse nefsi, Allah yerine adaleti sağlıyor olmaktan çıkarmak gerekiyor.
Biz bilmeli ve sonsuz teslimiyetle iman etmeliyiz ki, "'Her kim zerre kadar bir iyilik işlerse karşılığını görecektir. Faydası kendinedir. Her kim de zerre kadar bir kötülük, şer işlerse karşılığını görecektir. Zararı kendinedir." ayetinde anlatıldığı gibi kul ne yaparsa kendine yapar. Öfkelenmediğimizde incineceğine inandığımız gururumuz bırakın olmasın. Bırakın derviş misali vurana elsiz, sövene dilsiz olalım, bu zayıflık değil güçlü olmaktır. Çünkü en büyü savaş, harplerde değil yürekte nefis ve şeytanla yapılandır....
Unutmamalı ki insan, olanda hayır vardır. Bu haksızlık veya adaletsizlik gibi görünse de... Ne kadar teslim olmak zor olsa da, kadere rıza gösteren ve İlahi adaletin sağlanması konusunda aceleci olmayan insanlardan olmak dilek ve duası ile.
Selam ve saygılar.
Anne babaya itaat konusu, Kuran' da Allah' a itaatten sonra ikinci zikredilen taattir. Kuran' da üzerine önemle düşülen bu konuda özenli davranmalıyız kabul, peki ya sıfatı olan ya da olmayan insanlara karşı davranışta özenli ve şefkatli kelimelerin kullanılması gerekliliğine ne kadar dikkat ediyoruz. Biliyorum şimdi diyeceğiz ki, iyi ama insanlar bana karşı iyi davranırsa ben neden onlara iyi davranmayım ki. Ammmaa bana karşı kötü davranana neden iyi davranayım, o da haddini bilsin kardeşim.!!!
Görünüşte haklı olduğumuzu kanıtlayan bu düşünceler, aslında bize yine imtihanın üzerinde biraz düşünmemiz gerekliliğini hatırlatıyor. Benim hep bu soru aklıma takılır, insanlar kötülük etsin ama biz onlara iyi davranlım, peki neden? Onların yaptıkları yanlarına kar mı kalacak şimdi? İntikamımızı kim alacak bu durumda ?
Bu araya izninizle bir hikaye yazmak istiyorum.
Kalenderiyelik makamına ulaşmış bir derviş, birgün dünyaya ait tüm yüklerden kurtulmak amacıyla, saçlarını kazıtmak üzere bir berbere gider. Tam dervişin saçlarının yarısına ustra vurulmuş, berber ikinci yarısına geçecekken, iri yarı, yiğit mi yiğit görünüşteki bir kabadayı içeri girer ve dervişin kafasına okkalı bir tokat atarak:
"Kalk kabak, biz traş olalım" der. Berber neye uğradığını şaşır ama ne diyeceğini bilemez, karşı çıksa, kabadayının hışmından korkar, çaresiz susar... Derviş ise hiç birşey söylemeden kalkar ve kabadayı koltuğua oturur, bir güzel traşını olup, çıkar berberden.
Derken...Bir gürültü ki kıyamet gibi. Hemen berber ve derviş dışarı çıkar bir de bakarlar ki, geminden boşalmış bir at arabası kabadayıyı sermiştir yere. Bu hazin manzara karşısında dehşete düşen berber, dervişe dönerek:
"Tamam derviş efendi, alındın anladım ama bu kadarı da biraz fazla değil miydi?" der. Dervişse sakin bir şekilde:
"Vallahi darılıp gücenmemiştim, gel gör ki kabağın da bir sahibi var, o gücenmiş olmalı..."
Şu nezakete bir bakar mısınız. Şu, kötülük karşısında gösterilen olgunluğa, insanlığa imrenmez da ne yapar insan?
Bana işte budur ulaşmak istediğim ama ulaşamadığım dedirtiyor:):):) Biz elbette birer peygamber veya derviş değiliz ama onların bunları yaşamasındaki hikmet heralde boş yere değildi. İnsanlığa ibret olsun diye yaşanan bu kutlu ve sırlı olaylardan, üzerimize düşeni yaparak, mutlaka dersler çıkarıp hayatımıza da uygulamalıyız.
Günlük hayatımızda (hele hele dünyanın çivisi çıkmış diyebileceğimiz bugünlerde) karşımıza sabretmemizi gerektiren, bir la havle :) çekmeyi gerektiren olaylar öyle çok çıkıyor ki. Kendi nefsim adına söylüyorum, tahammülüm sıfır malesef. Hemen laf edene lafla cevap vermek, adaletsizlik yapana hiçbirşey yapamazsam eğer beddua etmek geliyor içimden (Beni bundan sonra tanımak istemezsiniz heralde :)). Hani demiştim ya, neden iyi davranayım ki kötülük yapana, o zaman ona bu adaletsizliğin hesabını kim sorcak, işte şeytan vesvesesi olan bu düşünceler yumağı beni öfkeye yöneltiyor, bunu anladım.
Öfke ise fizyolojik zararlarından tutun da, günaha, psikolojik travmalara, haklıyken haksız duruma düşmeye kadar giden olumsuz sonuçlar doğurabiliyor başımıza. O nefis tat olan cevap vermenin hazzıyla dolup taşıyor, doğduğumuzda apak olup günahlarla kararttığımız güzel yüreğimiz. Cevap vereceğiz ve görecek o gününü....
Oysa yukardaki hikayede gördüğümüz gibi, cevap vermemek, (adaletsizlik ve) yapılan kötülük karşısında biraz sabırlı olabilmek, hakkınızın yerde kalacağı :) anlamına gelmiyor. Her an görüp gözeten, haksızlığa uğrayan haksızlık yapanı bağışlasa bile, haklının hakkını alan bir Rab var. Öyleyse nefsi, Allah yerine adaleti sağlıyor olmaktan çıkarmak gerekiyor.
Biz bilmeli ve sonsuz teslimiyetle iman etmeliyiz ki, "'Her kim zerre kadar bir iyilik işlerse karşılığını görecektir. Faydası kendinedir. Her kim de zerre kadar bir kötülük, şer işlerse karşılığını görecektir. Zararı kendinedir." ayetinde anlatıldığı gibi kul ne yaparsa kendine yapar. Öfkelenmediğimizde incineceğine inandığımız gururumuz bırakın olmasın. Bırakın derviş misali vurana elsiz, sövene dilsiz olalım, bu zayıflık değil güçlü olmaktır. Çünkü en büyü savaş, harplerde değil yürekte nefis ve şeytanla yapılandır....
Unutmamalı ki insan, olanda hayır vardır. Bu haksızlık veya adaletsizlik gibi görünse de... Ne kadar teslim olmak zor olsa da, kadere rıza gösteren ve İlahi adaletin sağlanması konusunda aceleci olmayan insanlardan olmak dilek ve duası ile.
Selam ve saygılar.